AL-İ İMRAN 190 / 200 |
إِنَّ
فِي خَلْقِ
السَّمَاوَاتِ
وَالأَرْضِ
وَاخْتِلاَفِ
اللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
لآيَاتٍ لِّأُوْلِي
الألْبَابِ {190}
الَّذِينَ
يَذْكُرُونَ
اللّهَ
قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلَىَ
جُنُوبِهِمْ
وَيَتَفَكَّرُونَ
فِي خَلْقِ
السَّمَاوَاتِ
وَالأَرْضِ رَبَّنَا
مَا
خَلَقْتَ
هَذا
بَاطِلاً
سُبْحَانَكَ
فَقِنَا
عَذَابَ
النَّارِ 191} رَبَّنَا
إِنَّكَ مَن
تُدْخِلِ
النَّارَ فَقَدْ
أَخْزَيْتَهُ
وَمَا
لِلظَّالِمِينَ
مِنْ أَنصَارٍ
{192} رَّبَّنَا
إِنَّنَا
سَمِعْنَا مُنَادِياً
يُنَادِي
لِلإِيمَانِ
أَنْ آمِنُواْ
بِرَبِّكُمْ
فَآمَنَّا
رَبَّنَا
فَاغْفِرْ
لَنَا
ذُنُوبَنَا
وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا
وَتَوَفَّنَا
مَعَ الأبْرَارِ
{193} رَبَّنَا
وَآتِنَا
مَا
وَعَدتَّنَا عَلَى
رُسُلِكَ
وَلاَ
تُخْزِنَا
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
إِنَّكَ لاَ
تُخْلِفُ
الْمِيعَادَ
{194} فَاسْتَجَابَ
لَهُمْ
رَبُّهُمْ
أَنِّي لاَ
أُضِيعُ
عَمَلَ
عَامِلٍ
مِّنكُم
مِّن ذَكَرٍ
أَوْ أُنثَى
بَعْضُكُم
مِّن بَعْضٍ فَالَّذِينَ
هَاجَرُواْ
وَأُخْرِجُواْ مِن
دِيَارِهِمْ
وَأُوذُواْ
فِي
سَبِيلِي وَقَاتَلُواْ
وَقُتِلُواْ
لأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ
سَيِّئَاتِهِمْ
وَلأُدْخِلَنَّهُمْ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي مِن
تَحْتِهَا الأَنْهَارُ
ثَوَاباً
مِّن عِندِ
اللّهِ وَاللّهُ
عِندَهُ
حُسْنُ
الثَّوَابِ {195} لاَ يَغُرَّنَّكَ
تَقَلُّبُ
الَّذِينَ
كَفَرُواْ
فِي
الْبِلاَدِ {196}
مَتَاعٌ
قَلِيلٌ ثُمَّ
مَأْوَاهُمْ
جَهَنَّمُ
وَبِئْسَ الْمِهَادُ
{197} لَكِنِ
الَّذِينَ
اتَّقَوْاْ رَبَّهُمْ
لَهُمْ
جَنَّاتٌ
تَجْرِي مِن
تَحْتِهَا
الأَنْهَارُ
خَالِدِينَ
فِيهَا نُزُلاً
مِّنْ عِندِ
اللّهِ
وَمَا عِندَ
اللّهِ
خَيْرٌ لِّلأَبْرَارِ
{198} وَإِنَّ
مِنْ أَهْلِ
الْكِتَابِ
لَمَن
يُؤْمِنُ
بِاللّهِ
وَمَا
أُنزِلَ
إِلَيْكُمْ
وَمَا أُنزِلَ
إِلَيْهِمْ
خَاشِعِينَ
لِلّهِ لاَ
يَشْتَرُونَ
بِآيَاتِ
اللّهِ
ثَمَناً قَلِيلاً
أُوْلَـئِكَ
لَهُمْ
أَجْرُهُمْ
عِندَ
رَبِّهِمْ
إِنَّ
اللّهَ سَرِيعُ
الْحِسَابِ {199}
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُواْ
اصْبِرُواْ وَصَابِرُواْ
وَرَابِطُواْ
وَاتَّقُواْ
اللّهَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ
{200} |
190.
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişip durmasında akıl
sahipleri için elbette ayetler vardır.
191.
Onlar ki ayakta, oturarak ve yanları üstünde yatarken Allah'ı anarlar, göklerin
ve yerin yaratılışını düşünürler (ve derler ki): "Rabbimiz, Sen bunları
boşuna yaratmadın. Sen pak ve münezzehsin. Bizi o ateş azabından koru.
192.
"Rabbimiz! Sen kimi ateşe sokarsan şüphesiz onu hakir kıldın demektir.
Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.
193.
"Rabbimiz! Doğrusu biz: 'Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir
davetçiyi işittik ve imana geldik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla,
kusurlarımızı ört. Canımızı da iyilerle beraber al!
194.
"Rabbimiz! Bize peygamberlerinle va'dettiklerini ver ve Kıyamet günü rezil
etme bizi! Şüphesiz Sen sözünden asla dönmezsin."
195.
Nihayet Rableri dualarına şöyle karşılık verdi: "Gerek erkek olsun, gerek
dişi olsun, her bir çalışanın hiçbir işini boşa çıkarmam. Birbirinizdensiniz.
Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, Benim yolumda işkenceye
uğrayanların, savaşanların ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim.
Allah katından mükafat olmak üzere onları altlarından ırmaklar akan cennetlere
koyacağım." Mükafatın en güzeli Allah katındadır.
196.
Küfre sapanların diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
197. Az
bir geçim. Sonra varacakları yer cehennemdir. O ne kötü yataktır!
198.
Fakat Rablerinden korkanlar için altından ırmaklar akan cennetler var. Orada
ebediyyen kalacaklar. Allah'tan bir ikram olmak üzere. Allah katından olanlar,
iyiler için daha hayırlıdır.
199.
Şüphesiz kitap ehlinden öyleleri vardır ki, Allah'a, size indirilene ve
kendilerine indirilmiş olana, Allah'a huşu' duyarak iman ederler. Allah'ın
ayetlerini az bir pahaya değişmezler. İşte onların ecirleri Rableri katındadır.
Allah şüphesiz hesabı pek çabuk görendir.
200. Ey iman edenler! Sabredin, sebat
gösterin, ribat yapın ve Allah'tan korkun ki, felah bulasınız.
Bu ayetlere dair
açıklamalarımızı yirmibeş başlık halinde sunacağız:
1- Bu Ayetler üzerinde Düşünmenin
Önemi:
2- Geceleyin Uykusundan Uyananın
Yapacağı işler:
3- Her Halde Allah'ı Zikretmek:
4- Hasta Kimsenin ve Oturanın Namaz
Kılma Keyfiyeti:
5- Oturmaya Gücü Yetmeyenin Namaz
Kılması:
6- Hasta iyileşirse, iyi Olan da
Hastalanırsa Nasıl Namaz Kılar.?
7- Sağlıklı Kimsenin Yatarak Namaz
Kılması:
8- Göklerin ve Yerin Yaratılışı
üzerinde Düşünmek:
9- Yüce Allah Boşuna Bir Şey
Yaratmamıştır:
10- Ateşe Atılanlar:
11- Çağırıcının çağrısını Kabul Etmek:
12- Allah'tan Mağfiret Dileyin:
13- Peygamberlerle Vaadedilenler:
14- Allah'ın Duaları Kabulü:
15- Allah Amel Edenin Ecrini Boşa
Çıkarmaz:
16- Hicret ve Cihad Edenlerin Mükafatı:
17- Kafirlerin Diyar Diyar Dolaşmaları
Seni Aldatmasın:
18- Nimetin Mahiyeti:
19- En Büyük Nimete Mazhar Olanlar
Takva Sahipleridir:
20- Takva Sahiplerine Yapılacak
ikramlar:
21- Cennetliklere Verilecek ikram:
22- Kitap Ehlinden Allah'a iman
Edenler:
23- iman Edenlere Sabır, Sebat ve Ribat
Emri:
24- Hukukçulara Göre Allah Yolunda
Ribat Yapan Kimse:
25- Ribat'ın Fazileti:
1- Bu Ayetler üzerinde
Düşünmenin Önemi:
Yüce Allah'ın:
"Göklerin ve yerin yaratılışda ... " ayetinin anlamı Bakara
Süresi'nde (164. ayette) birkaç yerde geçmiş bulunmaktadır. Şanı Yüce Allah bu
süreyi ayetleri üzerinde (varlığının, birliğinin belgeleri üzerinde) düşünmek
ve bunları delil olarak değerlendirmeyi emretmekle sona erdirmektedir. Çünkü
bütün bunları ancak Hayy, Kayyüm, Kadir, Kuddüs, Selam ve alemlere muhtaç
olmayan bir kimse yapabilir. Bunu düşünsünler ki, imanları taklide değil de
yakine dayanır olsun.
"Akıl
sahipleri" yani deliller üzerinde dikkatle düşünmek hususunda akıllarını
kullanan kimseler "için elbette ayetler vardır."
Aişe (r.anha)dan şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Bu ayet-i kerime Peygamber (s.a.v.)a nazil olunca
kalkıp namaz kıldı. Bilal gelip ona namaz vaktini haber verdi. Ağlamakta
olduğunu gördü, şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasülü! Allah senin geçmiş ve gelecek
günahlarını bağışlamışken yine ağlıyor musun? Şöyle dedi: "Ey Bilal!
Şükreden bir kul olmayayım mı? Bu gece bana Yüce Allah: "Göklerin ve yerin
yaratılışında gece ile gündüzün değişip durmasında akıl sahipleri için elbette
ayetler vardır" ayetini indirdi. Daha sonra şöyle buyurdu: Bu ayeti okuyup
da bunun üzerinde düşünmeyenin vay haline!''
2- Geceleyin
Uykusundan Uyananın Yapacağı işler:
İlim adamları der ki:
Uykudan uyanan bir kimsenin yüzünü (gözünü) silmesi ve kalkmakla birlikte
-Peygamber (s.a.v.)a uyarak- bu on ayet-i kerimeyi okuması müstehabtır. Bu
husus Buhari, Müslim ve başka hadis kitaplarında sabittir, ileride gelecektir.
Bundan sonra da onun için takdir buyurulmuş kadar namaz kılar. Böylelikle
tefekkürle ameli bir arada gerçekleştirmiş olur. Bu (tefekkür) da bu ayet-i
kerimede biraz sonra geleceği üzere, amellerin en faziletlisidir.
Ebü Hureyre'den rivayet
edildiğine göre, Rasülullah (s.a.v.) her gece Al-i İmran Süresi'nin sonundan on
ayet-i kerime okurdu. Bunu hadis hafızı Ebu Nasr el- Vaili es-Sicistani
"el-İbane" adlı eserinde. Süleyman b. Müsa, Muzahir b. Eslem
el-Mahzümi'den o el-Makburi'den o da Ebü Hureyre'den rivayet ettiğine göre ...
diyerek rivayet etmektedir.
Sürenin baş taraflarında
(ikinci ayet, üçüncü başlıkta) Hz. Osman'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Kim
her gece Al-i İmran Süresi'nin sonunu okuyacak olur ise, ona bir gece boyunca
namaz kılmış gibi (ecir) yazılır.
3- Her Halde Allah'ı
Zikretmek:
Yüce Allah: "Onlar
ki ayakta, oturarak ve yanları üstünde yatarken Allah'ı anarlar"
buyruğunda Yüce Rabbimiz, Ademoğlunun çoğunlukla uzak duramadığı üç ayrı
durumunu sözkonusu etmektedir. Onun bütün zamanı adeta bu üç türlü durum ile
kuşatılmış gibidir. İşte o bakımdan Aişe (r.anha) şöyle buyurmaktadır:
Resulullah (s.a.v.) bütün zamanlarında Yüce Allah'ı zikrederdi. Bu hadisi de
Müslim rivayet etmiştir.
Helada olması ve başka
haller de bunun kapsamına girmektedir. Fakat ilim adamlarının bu konuda farklı
görüşleri vardır. Abdullah b. Amr, İbn Sirin ve en-Nehai bunu caiz görürken,
İbn Abbas, Ata ve eş-Şa'bi bunu mekruh görmüşlerdir. Ancak ayet ve hadisin
umumi bir anlam ifade etmesi dolayısıyla birinci görüş daha sahihtir. en-Nahai
der ki: Helada Yüce Allah'ı zikretmekte bir mahzur yoktur, çünkü zikir
yükselir. Yani melekler onu nezdlerindeki amel sahifelerine yazarak
yükseltirler. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır; ''O bir söz söylemeyiversin
mutlak onun yanında görüp gözetmeye hazır olan vardır. "(Kaaf, 18);
''Şüphesiz üzerinizde bekçiler çok şerefli yazıcılar vardır ...
"(el-İnfitar, 10-11).
Ayrıca Yüce Allah,
herhangi bir istisnada bulunmaksızın her halde ve durumda kullarına zikr
etmelerini emr ederek şöyle buyurmuştur: ''Ve Allah'ı pek çok anınız"
(el-Ahzab, 41); ''Beni anın ki Ben de sizi anayım"(el-Bakara, 152);
''Şüphesiz Biz iyi amel işleyenin mükafatını zayi etmeyiz" (el-Kehf, 30).
Yüce Allah'ın bu
buyrukları genel ve kapsamlı ifadelerdir. O halde, -yüce Allah'ın izni ile-
durum ne olursa olsun, Allah'ı anmak sevaba ve ecir almaya sebebtir.
Ebu Nuaym zikrederek der
ki: Bize Ebu Bekr b. Malik anlattı, bize Abdullah b. Ahmed b. Hanbel anlattı,
dedi ki: Bana babam anlattı: Dedi ki: Bize Veki anlattı, dedi ki: Bize Süfyan,
Ata b. Ebi Mervan'dan, o babasından o Ka'b el-Ahbar'dan naklederek dedi ki;
Musa (as) dedi ki: Rabbim, sen yakın mısın Sana sessizce dua edeyim, yoksa uzak
mısın, Sana yüksek sesle yalvarayım. Rabbi buyurdu ki: Ey Musa, Ben beni anan
ile birlikte oturan arkadaşı (gibi)yim. Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, bizler
bazan Seni anmayı Sana tazim ile Seni yüceltmek ile bağdaştıramadığımız bir
halde de olabiliyoruz. O nedir? diye sorunca Hz. Musa: Cünubken ve abdest
bozarken deyince Allah şöyle buyurdu: Ey Musa! Her halde sen Beni zikret."
Bunun mekruh gören kimseler ise, ya Yüce Allah'ı uygun görülmeyen yerde Allah'ı
anılmaktan tenzih etmek için böyle söylemişlerdir. Hamam'da Kur'an okumanın
mekruh olması gibi; ya da zikredenin söylediği sözleri yazmak için kiramen
katibini pislik ve necasetlerin bulunduğu yere gelme zorunda bırakmamak için
bunu mekruh görmüşlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
"Ayakta,
oturarak" hal olmak üzere nasb edilmiştir.
"Ve yanları üstünde
yatarken" de hal mahallindedir: Yani yanları üzerinde yatmış oldukları
halde Allah'ı anarlar. Yüce Allah'ın şu buyruğu da buna benzemektedir: ''Yanı
üzeriyatarken, otururken veya ayakta iken Bize dua eder. "(Yunus, 12) Bu
buyrukta sıralama ise öncekinin aksinedir. Yani o Bizi yanı üzere yatarken de
dua edip çağırır.
Aralarında el-Hasen ve
başkalarının da bulunduğu bir grup müfessir Yüce Allah'ın: "Allah'ı
anarlar ... " buyruğunun namazı ifade ettiği görüşündedir. Yani bunlar
namazı kılmamazlık etmezler. Özürlü oldukları halde oturarak yahut yanları
üzere yatarak kılarlar. Bu ayet-i kerime (bu yönüyle) Yüce Allah'ın şu
buyruğunu andırmaktadır: ''Artık namazı bitirdiğinizde ayakta, otururken ve
yanlarınız üzere iken Allah'ı zikredin. "(en-Nisa, 103) İbn Mes'ud'un
görüşüne göre de -ileride geleceği gibi- böyledir. (Yani özürlü oldukları
hallerde oturarak ve yanları üzere yatarak namazı kılarlar demektir).
Eğer bu ayet-i kerime
namaz hakkında ise fıkhı (anlaşılması) şu şekilde olur: İnsan ayakta namaz
kılar, eğer ayakta duramıyor ise oturarak kılar, eğer buna da gücü yetmiyor ise
yanı üzere yatarak namazını kılar. Nitekim İmran b. Husayn'dan şöyle bilgi
sakıt olmuştur: Benim basurum vardı. Peygamber (s.a.v.)a nasıl namaz kılacağıma
dair soru sordum da şöyle buyurdu: "Ayakta namazını kıl, gücün yetmiyor
ise oturarak, ona da gücün yetmiyor ise yanın üzere yatarak (kıl)." Bu
hadis-i hadis imamları rivayet etmiştir.
Müslim'in Sahih'inde belirtildiğine
göre Peygamber (s.a.v.)da vefatından bir yıl önce nafile namazı oturarak
kılardı. Nesai de Aişe (r.anha)dan şöyle dediğini rivayet etmekdedir: Ben
Resulullah'ın bağdaş kurarak namaz kıldığını gördüm. Ebu Abdurrahman der ki:
Ben bu hadisi Ebu Davud el-Haseni'den başka bir kimsenin rivayet ettiğini
bilmiyorum; o ise sika (rivayetine güvenilir) bir ravidir. Bununla birlikte ben
bu hadisin ancak hata olduğunu zannediyorum. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
4- Hasta Kimsenin ve
Oturanın Namaz Kılma Keyfiyeti:
İlim adamları hasta ve
oturan kimsenin namaz kılma keyfiyeti ve şekli hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. İbn Abdi'l-Hakem Malik'den böyle bir kimsenin kıyam halinde bağdaş
kuracağından söz etmektedir. el-Buveyti de Şafii'den bunu rivayet etmektedir.
Secde etmek istediği zaman ise gücü yettiği kadarı ile secdeye hazırlanır.
(Şafii) dedi ki: Nafile kılan kişi de böyle yapar. es-Sevri'nin görüşü de buna
yakındır. el-Leys, Ahmed, İshak, Ebu Yusuf ve Muhammed de böyle demiştir.
Müzeni yolu ile gelen rivayette ise Şafii şöyle demektedir: Bütün namazında
teşehhüd için oturduğu gibi oturur. Ayrıca bu Malik ve arkadaşlarından da
rivayet edilmiştir. Ancak meşhur olan birinci rivayettir.
"el-Müdevvene"nin
zahirinden anlaşılan da odur.
Ebu Hanife ve Züfer ise
der ki; Teşehhüd için oturduğu gibi oturur, rüku' ve sücudu da bu şekilde
yapar.
5- Oturmaya Gücü
Yetmeyenin Namaz Kılması:
Dedi ki: Eğer oturamıyor
ise yanı üzere veya sırtı üzere namaz kılmakta, muhayyerdir. el-Mudevvene'deki
görüş budur. Ayrıca İbn Habib, İbnu'l Kasım'dan sırtı üzere (yatarak) namaz
kılacağını nakletmektedir. Eğer buna gücü yetmiyor ise, sağ yanı üzere, buna da
gücü yetmiyor ise sol yanı üzere namaz kılar.
İbn Mevvaz'ın Kitabında
ise bunun aksi zikredilmektedir. (Önce) sağ yanı üzere namaz kılar aksi
taktirde sol yanı üzere kılar, buna da gücü yetmezse sırtı üzere (yatarak)
namazı kılar.
Suhnun ise der ki;
Lahdine gömüleceği şekilde sağ yanı üzere namaz kılar. Aksi taktirde sırtı
üzere namaz kılar, buna da gücü yetmezse sol yanı üzere namaz kılar.
Malik ve Ebu Hanife ise
der ki: Yanı üzere yatarak namaz kıldığı taktirde ayakları kıble tarafında
olur.
Şafii ve es-Sevri derler
ki: Yanı üzere yüzünü kıbleye döndürmüş olarak namazı kılar.
6- Hasta iyileşirse,
iyi Olan da Hastalanırsa Nasıl Namaz Kılar.?
Şayet namazda iken
hastalığı hafiflediğinden dolayı güç bulacak olursa, İbnu'l-Kasım'ın dediğine
göre namazın geri kalan bölümünde ayağa kalkar ve kıldıklarını esas alarak
namazını tamamlar. Aynı zamanda bu, Şafii, Züfer ve Taberi'nin de görüşüdür.
Ebu Hanife, iki
arkadaşı, Yakub (Ebu Yusuf) ve Muhammed ise bir rekatı yanı üzere namaz
kıldıktan sonra sağlığına kavuşan kimse hakkında şöyle derler: Bu sefer namaza
baştan başlar. Eğer oturarak rüku' ve secde yapıyorsa, sonra sağlığına
kavuşacak olursa, Ebu Hanife'nin görüşüne göre namazının geri kalan kısmını
tamamlar fakat Muhammed'in görüşüne göre namazın geri kalan kısmını tamamlamaz
(yeniden başlar).
Ebu Hanife ve
arkadaşları derler ki: Ayakta iken namaza başladıktan sonra namazını ima ile
kılacak hale gelecek şekilde hastalanırsa, (ayakta kıldıklarını) esas alarak
namazın geri kalan kısmını tamamlar. Bu görüş Ebu Yusuf'tan da rivayet
edilmiştir. İmam Malik ise rüku da yapamayan sücud da yapamayan, bununla
birlikte ayakta durup oturabilen hasta hakkında şöyle demiştir: Böyle bir kişi
ayakta namaz kılar ve rükua ima ile işarette bulunur. Secde etmek istediği
vakit oturur ve secdeye ima ile işarette bulunur. Bu aynı zamanda Ebu Yusuf'un
da görüşüdür. Kıyasa göre Şafii'nin de görüşü böyle olmalıdır. Ebu Hanife ve
arkadaşları da böyle bir kimse oturarak namaz kılar, derler.
7- Sağlıklı Kimsenin
Yatarak Namaz Kılması:
Sağlıklı kimsenin
yatarak namaz kılmasına gelince; İmran b. Husayn yolu ile gelen bir hadis-i
şerifte başkalarında olmayan bir fazlalık vardır. Bu fazlalık da şu şekildedir:
"Yatarak namaz kılanın namazı ise oturarak namaz kılanın namazının yarısı
kadardır.''
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: İlim ehlinin çoğunluğu nafile namazın yatarak kılınmasını
caiz kabul etmezler. Bu ise ancak Huseyn el-Muallim diye bilinen bir kimsenin
rivayet ettiği bir hadis-i şeriftir. Bu da Hüseyn b. Zekvan'dır. O, Abdullah b.
Bureyde'den o da İmran b. Husayn yoluyla rivayet edilmiştir. Hadisin senedinde
olsun, metninde olsun bu konuda karar vermemeyi gerektirecek şekilde ihtilaflı
rivayetleri gelmiştir. Eğer bu hadis sahih ise, bunun ne anlama geldiğini
bilemiyorum. Şayet ilim ehlinden herhangi bir kimse oturarak veya ayakta
durmaya gücü yeten kimsenin yatarak nafile namaz kılmasını caiz kabul etmiş
ise; o taktirde bu haberdeki bu fazlalık bunun açıklamasıdır. Ve bu fazlalık bu
görüşü kabul edenlerin lehine bir delildir. Şayet oturmaya yahut ayakta durmaya
gücü yeten kimsenin yatarak nafile namaz kılmasının mekruh olduğunu icma ile
kabul etmiş iseler; o taktirde Hüseyn'in rivayetiyle gelen bu hadis ya
yanlıştır yahutta nesh edilmiştir.
Şöyle de denilmiştir: Bu
ayet-i kerime ile göklerin ve yerin yaratılışını, değişip duran bir varlığın
mutlaka onu değiştiren bir varlığa ihtiyacı olduğuna ve bu değiştirenin de
kemal derecesinde kadir olması gerektiğine peygamberler gönderebileceğine delil
gösterenler kast edilmiştir. Bir Resul gönderecek ve tek bir mucize ile olsa
bile onun doğruluğuna dair delil konulacak olursa, hiçbir kimsenin (iman
etmemeye dair) ileri sürebileceği bir mazereti olmaz. İşte her hallerinde
Allah'ı anan kimseler bunlardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
8- Göklerin ve Yerin
Yaratılışı üzerinde Düşünmek:
Yüce Allah'ın:
"Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler" buyruğuna gelince; biz
daha önce "anarlar" buyruğunun anlamına dair açıklamalarda bulunduk.
Bu anıştan kasıt ya dille Allah'ı zikretmektir yahut farz ve nafilesi ile namaz
kılmaktır. İşte Yüce Allah bu iki anlamdan birisine bir diğer ibadeti atfetmiş
bulunmaktadır ki; bu da Yüce Allah'ın kudreti ve yaratıkları, O'nun dört bir
yana yaydığı ibretli hususlar üzerinde düşünmektir. Ta ki bu, onların
basiretini artırsın.
"Her bir şeyde
O'nun bir ve tek olduğuna Delalet eden bir ayet (alamet, belge) vardır."
Buradaki
"düşünürler" buyruğunun hal olmak üzere atf edildiği de söylenmiştir.
Bunun münkatı olduğu da söylenmiştir. Ancak birincisi daha uygundur.
Düşünmek (fikre); kalbin
bir şey hakkında düşünüp durmasıdır. Tefekkür çokça düşünmek demektir. Çokça
düşünen bir adam hakkında; (...) denilir.
Peygamber (s.a.v.)
Allah'ın zatı hakkında düşünen bir topluluğun yanından geçer ve onlara der ki:
"Sizler yaratıklar hakkında düşününüz; fakat yaratıcı hakkında
düşünmeyiniz, sizler O'nu hakkıyla takdir edemezsiniz.''
Aslında tefekkür, ibret
almak ve zihnin etraflı bir şekilde düşünceye dalması, yalnız mahlukat üzerinde
olmalıdır. Nitekim Yüce Allah: "Göklerin ve yerin yaratılışını
düşünürler" diye buyurmuştur. Nakledildiğine göre Süfyan es-Sevrı (r.a)
Makam-ı İbrahim arkasında iki rekat namaz kıldıktan sonra semaya doğru başını
kaldırmış, yıldızları görünce baygın düşüvermiş. Uzun uzadıya kederlenip
düşünmesinden dolayı küçük abdesti kan gibi gelirmiş.
Yine Ebu Hureyre (ra)dan
rivayet edildiğine göre o şöyle demiş: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Bir adam yatağında sırt üstü yatmış iken başını kaldırıp yıldızlara ve
göğe bakmış ve demiş ki; şahitlik ederim ki senin bir rabbin ve yaratıcın
vardır. Allah'ım bana mağfiret buyur. Yüce Allah da ona nazar etti ve mağfiret
buyurdu. ''
Yine Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Tefekkür gibi bir ibadet yoktur" diye buyurmuştur. Yine
şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Bir anlık tefekkür bir yıllık
ibadetten hayırlıdır. ''
İbnü'l-Kasım da
Malik'den şöyle dediğini rivayet etmektedir. Um ed-Derda'ya şöyle denilmiş.
Ebu'd-Derda'nın en çok görünen hali ne idi? Um ed-Derda şöyle demiş: O en çok
tefekkür edendi. Ona (İmam. Malik'e) şöyle sorulmuş: Senin görüşüne göre
tefekkür salih amellerden bir amel midir? O:
Evet çünkü o yakınin
kendisidir, diye cevap vermiş.
İbnü'l-Müseyyeb'e öğle
ile ikindi arasında namaz kılmak hakkında soru sorulmuş o: Bu bir ibadet
değildir, demiş. İbadet Yüce Allah'ın haram kıldığı şeylerden kaçınmak ve
Allah'ın emri üzerinde tefekkür etmektir. el-Hasen der ki: Bir anlık tefekkür
bir gece boyunca namaz kılmaktan hayırlıdır. el-Hasen ayrıca şöyle der:
Düşünmek mü'minin aynasıdır, o bu aynaya bakarak iyilik ve kötülüklerini görür.
üzerinde tefekkür
edilecek hususlardan bir tanesi de haşr, neşr, cennet, cennetin nimetleri,
cehennem ve azabı gibi ahiretin korkutucu halleridir.
Rivayet edildiğine göre
Ebu Süleyman ed-Darani (ra) gece namazı kılmak üzere abdest almak için bir su
kabı aldı. Yanında da bir misafir vardı. Bu misafir onun, kabı kulbundan tutmak
üzere parmağını soktuğunu görmüş ve tan yeri ağarıncaya kadar bu halde tefekkür
edip durmuş. Misafiri ona: Bu ne oluyor, ey Ebu Süleyman? deyince o şöyle
demiş: Elimi bu kab ın kulbuna sokunca Yüce Allah'ın şu buyruğu üzerinde
düşündüm: ''O zaman boyunlarında tasmalar ve zincirler bulunur ...
sürüklenecekler. "(el-Mümin, 71) İşte ben Kıyamet gününde boynuma tasma
atılacağında ne yapabileceğimi ve durumumu düşündüm. Sabah oluncaya kadar da bu
halim devam etti.
İbn Atiyye der ki: İşte
bu, korkunun en ileri derecesidir. Fakat işlerin en hayırlısı orta yollu
olanlarıdır. Tutumları senet olan ümmetin ilim adamları bu yolu tutmamışlardır.
Anlayıp faydalanması umulan kimseler için Yüce Allah'ın Kitap ilmini ve
Rasülulah (s.a.v.)ın sünnetinin manalarını okumak böyle bir işten daha
faziletlidir.
İbnu'l-Arabi der ki:
İnsanlar şu iki amelden hangisinin daha faziletli olduğu hususunda farklı
görüşlere sahiptir. Tefekkür mü yoksa namaz mı? Sufiler tefekkürün daha
faziletli olduğu görüşündedirler. Çünkü tefekkür marifeti doğurur. Bu ise şer'i
makamların en faziletlisidir. Fukaha'nın görüşüne göre ise namaz daha
faziletlidir. Çünkü hadis-i şerifte namaz teşvik edilmiş, namaza çağırılmış
(ezan) ve namaz özellikle (mükafat vaadiyle) teşvik edilmiştir.
Buhari ve Müslim'de İbn
Abbas'dan teyzesi Meymune'nin yanında geceyi geçirdiğine dair bir rivayet
vardır ki; bunda şu ifadeler de yer almaktadır:
Rasülullah (s.a.v.)
kalktı, yüzünden uykunun etkilerini sildi. Daha sonra Bakara Süresi'nin son on
ayetini okudu. Duvarda asılı bir kırbaya doğru gidip onu aldı. Oradan az su
kullanarak bir abdest aldı. Daha sonra da onüç rekat namaz kıldı. ..
Şimdi, Allah'ın rahmeti
üzerinize olsun, siz Hz. Peygamber'in önce yaratıklar üzerinde tefekkürü sonra
da namaza yönelişini bir arada yaptığına bir bakınız. İşte kendisine
güvenilecek sünnet uygulama budur. Sufiler şeyhin bir gün, bir gece yahutta bir
ay aralıksız olarak düşünmesine gelince; bu insanlara yakışmayan ve doğruluktan
uzak bir yoldur ve böyle bir uygulamanın sünnete uygunluğu sözkonusu değildir.
İbn Atiyye der ki: Babam
da bana doğudaki ilim adamlarından birisinden şöyle dediğini nakletmektedir:
Mısır'da el-Akdam mescidinde geceyi geçiriyordum. Yatsı namazını kıldım, bir
adamın sabah namazına kadar üzeri örtülü olduğu halde yattığını gördüm. Biz ise
o gece namaz kıldık. Sabah namazı için kamet getirilince sözünü ettiğim o adam
kalktı, kıbleye yönelip cemaatle birlikte namaz kıldı. Ben onun abdestsiz bir
şekilde namaz kılma cüretini çok büyük bir iş olarak değerlendirdim. Namazı
bitirdikten sonra çıkıp gitti. Ben de ona öğüt vermek kastıyla arkasından
gittim. Fakat ona yaklaştığım sırada şöyle bir şiir okumakta olduğunu gördüm:
"Bedenim örtülü
gaip ve hazırım Kalbi uyanık sessiz ve zakirim Gayblarda gizlenmiş (kabzolmuş)
ve bast olmuşum. İşte hem arif hem zakir olan böyle olur. Gecesini düşünce ile
geçirir de Gece boyunca o hem uyuyandır, hem de uykusuz kalan."
Anladım ki bu kişi
düşünerek ibadet eden kimselerden birisidir, o bakımdan onunla konuşmaksızın
bırakıp gittim.
9- Yüce Allah Boşuna
Bir Şey Yaratmamıştır:
"Rabbimiz! Sen
bunları boşuna yaratmadın" yani onlar şöyle derler: Rabbimiz! Sen bunları
eğlence olsun, abes yere yaratmadın, aksine Sen bunları kudret ve hikmetine
delil olmak üzere yarattın.
Batıl (mealde: Boş) zail
olan ve giden demektir. Lebid'in şu mısraı da bu manadadır:
"Haberiniz olsun ki
Allah'tan başka her şey batıldır." Yani zeval bulucudur yok olucudur.
"Boşuna",
batıl kelimesinin mansub olması, hazf edilmiş bir mastarın sıfatı olduğundan
dolayıdır. Yani sen bunu boş bir yaratma olsun diye yaratmadın, demektir.
Cerrine sebeb olan edatın kaldırılması dolayısıyla mansub olduğu da
söylenmiştir. Yani; (...): Batıl olsun diye bunları yaratmadın, demektir.
İkinci mefhum olarak nasb edildiği de söylenmiştir. O taktirde yarattı
(halaka); (...); kıldı, var etti, anlamında olur.
"Münezzehsin"
ifadesi ile ilgili olarak, en-Nahhas Musa b. Talha'dan senedini kaydederek
şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.)a "Subhanallah"ın ne demek
olduğuna dair soru sorulmuş, o da şöyle buyurmuş: "Allah'ın kötü şeylerden
uzak bilinmesi, tenzih edilmesi demektir." Bu hususa dair açıklamalar
yeteri kadar Bakara Suresi'nde (30. ayet 17. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
"Bizi o ateş
azabından koru" yani bizi o ateş azabından himayene al. Buna dair
açıklamalar da önceden (Bakara, 201. ayet 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
10- Ateşe Atılanlar:
Yüce Allah'ın:
"Rabbimiz! Sen kimi ateşe sokarsan şüphesiz onu hakir kıldın
demektir" buyruğu zelil kıldın, küçük düşürdün demektir, anlamındadır.
el-Mufaddal ise onu helak ettin, anlamına gelir demiş, ve şu beyiti buna örnek
göstermiştir: "Helak etsin (ahza) o ilah ki, haça tapanları Ve rahiplerin
şapkalarını giyenleri."
Bu kelimenin, rezil
etmek ve uzaklaştırmak anlamına geldiği de söylenmiştir. "Ahzahullah"
denilir ki; Allah onu uzaklaştırsın ve ona gazab etsin manasına gelir. Bu
kelimenin ismi "hizy" gelir. İbn es-Sikkit der ki: Bir bela ve
musibete düçar olmak anlamına da kullanılır.
Vaid sahipleri
(Mutezile) bu ayet-i kerimeye dayanarak şöyle derler: Cehenneme girdirilen bir
kimsenin mü'min olmaması gerekir, çünkü Yüce Allah: "Şüphesiz onu hakir
kıldın, demektir" diye buyurmaktadır. Başka bir yerde de şöyle
buyurmaktadır: ''O gün Allah Peygamberi ve onunla birlikte olan iman edenleri
hakir kılmayacaktır. "(et-Tahrim, 8) Ancak onların bu iddiaları red
olunur; çünkü büyük günah işleyen kimsenin daha önce geçtiği gibi ve ileride de
geleceği üzere, iman adı zail olmamaktadır. Yüce Allah'ın: "Sen kimi ateşe
sokarsan" buyruğundan kasıt, cehennemde ebedi bırakırsan, demektir, ki
bunu Enes bin Malik söylemiştir. Katade de der ki: Tudhil (sokarsan) kelimesi,
tuhlıd (ebedi bırakırsın) kelimesinin maklubudur. (Yani harfleri yer
değiştirilerek oluşmuş bir kelimedir.) Bununla birlikte biz Haruralıların
(Haricilerin) dedikleri gibi demeyiz.
Said b. el-Müseyyeb de
der ki: Bu ayet-i kerime ateşten çıkartılmayacak bir topluluk hakkında özeldir.
Bundan dolayı Yüce Allah: "Zalimlerin" yani kafirlerin "hiç
yardımcıları yoktur" diye buyurmaktadır.
Mana bilginleri de
derler ki: Hızy (hakirlik, horluk)un haya anlamına gelme ihtimali de vardır.
Utanan bir kimsenin durumunu ifade etmek üzere bu kökten gelen kelimeler
kullanılır. Şair Zu'r-Rimme der ki: "Bir utanma kapladı; onu Habl
tarafından geldiği vakit; gazab ile karışmış."
Buna göre o günde
mü'minlerin "hızy"inden kasıt, cehenneme girecekleri için oradan
çıkıncaya kadar diğer din sahiplerinden utanmaları demektir. Bunun kafirler
için ifade ettiği anlam ise, ölüm sözkonusu olmaksızın orada helak olmalarıdır.
Müminlerin ise cehennemde kalmalarının bir nihayeti vardır. Böylelikle onlardan
ayrılmış oluyorlar. Nitekim Müslim'in Sahih'inde rivayet ettiği Ebu Said
el-Hudrı yoluyla gelen sahih sünnette de böylece sabit olmuştur. ki; bu hadis-i
şerif daha önceleri geçtiği gibi, ileride de gelecektir.
11- Çağırıcının
çağrısını Kabul Etmek:
Yüce Allah'ın:
"Rabbimiz! Doğrusu biz: Rabbinize iman edin, diye imana çağıran bir
davetçiyi işittik" buyruğunda davetçiden kasıt Muhammed (s.a.v.)dır. Bunu
İbn Mes'ud, İbn Abbas ve müfessirlerin çoğu söylemiştir.
Katade ile Muhammed bin
Ka'b el-Kurazı ise; o Kur'an-ı Kerim'dir, derler. Çünkü onların hepsi
Resulullah (s.a.v.)ı işitmiş değildir. Yüce Allah'ın cinlerden iman edenlere
dair vermiş olduğu haber onların bu görüşlerinin de delilidir. Çünkü cinler:
"Gerçekten biz hayrete düşüren bir Kuran dinledik ki o rüşde (hakka ve
doğruya) götürüyor" (Cin, 1-2) demişlerdi.
Birinci görüşün
sahipleri şöyle cevap vermektedirler: Kur'an-ı Kerim'i işiten kimse Peygamber
(s.a.v.)ın kendisiyle karşılaşmış gibidir. Bu da mana itibari ile doğrudur.
"İman edin
diye" buyruğundaki (...): Diye" kelimesi cer harfinin hazf edilmesi
esası üzere nasb mahallindedir. Yani; (...): İman edin diye, anlamındadır.
Bu ifadede taktim ve
tehir vardır. Yani bizler bir münadi işittik ki, o imana çağırıyordu, demektir.
Bu da Ebu Ubeyde'den nakledilmiştir.
"İmana"
buyruğundaki "lam"ın (...) anlamına olduğu da söylenmiştir ki, imana
çağıran ... demektir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Sonra
kendilerine yasak kılınan şeylere dönen ... " (el-Mücadele, 8);
"Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir"(ez-Zilzal, 5); "Bizi bu yola
hidayet eden Allah'a hamd olsun "(el-A'raf, 43) Buradaki bütün
"lam" harfleri "ila" anlamındadır. Bunun benzerleri pek
çoktur. Bir görüşe göre buradaki "lam"ın ecl (için, dolayı) anlamında
olduğu da söylenmiştir. Yani: Bizi iman için çağıran, anlamında olur.
12- Allah'tan Mağfiret
Dileyin:
Yüce Allah'ın:
"Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı ört" buyruğu yapılan
duayı tekid ve duada mübalağadır. Her iki ifadenin de anlamı aynıdır. Çünkü
mağfiret de keffaret de (günahları) örtmek bağışlamak anlamındadır.
"Canımızı da iyilerle
birlikte al." Yani peygamberlerle birlikte olan iyi kimseler olarak al;
yani bizi iyi kimseler arasında bulundur.
Ebrar kelimesinin tekili
"berr" ve "barr" dır. Asıl anlamı genişlikten gelmektedir.
Birr, adeta Yüce Allah'a itaatta bir genişlik ve Allah'ın rahmetinin de onu
kuşatan bir genişlik gibidir.
13- Peygamberlerle
Vaadedilenler:
Yüce Allah'ın:
"Rabbimiz! Bize peygamberlerinle" yani peygamberlerin aracılığı ile;
onların ifadeleri vasıtası ile "vaadettiklerini ver." Bu buyruk da:
"O kasabaya sor" (Yusuf, 82) buyruğunu andırmaktadır.
el-Ameş ve ez-Zühri;
(...); Peygamberlerin" kelimesini "sin" harfini sakin olarak;
(...) diye okumuşlardır.
Burada peygamberler ve
vaad olunan şeyden kasıt, peygamberlerin ve meleklerin mü'minlere mağfiret
dilemesi şeklinde sözü edilen hususlardır. Melekler de yeryüzünde bulunanlar
için mağfiret dilerler. Ayrıca Hz. Nuh'un, Hz. İbrahim'in mü'minlere yaptıkları
zikr edilen duaları ile Peygamber (s.a.v.)ın ümmetine mağfiret dilemesi bu vaad
olunan şeyler arasındadır.
"Ve Kıyamet günü
rezil etme bizi!" Bizi azaplandırma, helak etme, rüsvayetme, küçük
düşürme, rahmetinden uzaklaştırma, Kıyamet gününde bize gazab etme!
"Şüphesiz Sen
sözünden asla dönmezsin." "Rabbimiz bize peygamberlerinle bize vaad
ettiklerini ver" ifadesini onun sözünden asla dönmeyeceğini bilmelerine
rağmen kullanmaları nasıl açıklanabilir? diye sorulursa bu soruya üç türlü
cevap verilebilir:
a. Şanı Yüce Allah iman
edenlere cennet vaadinde bulunmuştur. Onlar da rezil edilmeden ve cezalandırılmaksızın
kendilerine bu vaadin yapıldığı kimselerden olmayı istediler.
b. Onlar bu duayı Allah
Teala'ya ibadet ve itaatle boyun eğmek niyeti ile yapmışlardır. Dua da ibadetin
beynidir. Bu da Yüce Allah'ın: "De ki: Rabbim, hak ile hükmet"
(el-Enbiya, 112) buyruğunu andırmaktadır. O haktan başkası ile hükmetmemekle
birlikte, böyle demesi emrolunmuştur.
c. Onlar bu duaları ile
düşmanlarına karşı kendilerine vaad olunan zaferin acilen verilmesini
istediler. Çünkü bu dua, Peygamber (s.a.v.)ın ashabı tarafından yapıldığı
nakledilen bir duadır. Onlar bu taleplerini dinin güçlenmesi ve aziz kılınması
için yapmışlardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
Enes bin Malik'in
rivayetine göre Resulullah şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah,
her kime belli bir amel karşılığında bir sevap vereceği vaadinde bulunmuşsa,
mutlaka o kendi katından bir rahmet olmak üzere ona verdiği bu sözünü yerine
getirecektir, her kime de belli bir amele karşılık olarak bir ceza vaadinde
bulunmuşsa bu hususda Yüce Allah muhayyerdir. (Yani dilerse o cezayı verir,
dilemezse vermez). "
Araplar da sözde
durmamayı yerer ve buna karşılık yapılan tehdidi ise yerine getirmemekten
övgüyle söz ederler. O kadar ki şair (Amir bin et-Tufayl) şöyle demiştir:
"Yaşadığım sürece korkmasın amcamın oğlu benim satvetimden; Ve ben tehdit
edenden korkarak asla saklanmam.
Ben onu her ne zaman
tehdit ettim veya ona vaadde bulundu isem; Tehdidimi gerçekleştirmem, fakat
verdiğim sözü yerine getiririm."
14- Allah'ın Duaları
Kabulü:
"Nihayet Rableri
dualarına şöyle karşılık verdi: ... " Yani onların dualarına şöylece cevap
verdi.
el-Hasen der ki: Onlar
Rableri dualarına karşılık verinceye kadar Rabbimiz! Rabbimiz! deyip durdular.
Cafer es-Sadık der ki:
Her kim bir işten dolayı sıkıntıya düşecek olursa beş defa Rabbena (Rabbimiz)!
diyecek olursa, Allah onu korktuğundan kurtarır ve dilediğini ona verir. Bu
nasıl olur? diye sorulunca şu cevabı verir: Eğer arzu ederseniz: "Onlar ki
ayakta, oturarak ve yanları üstünde yatarken ... şüphesiz Sen sözünden asla
dönmezsin" buyruklarını okuyoruz; diye cevap verdi.
15- Allah Amel Edenin
Ecrini Boşa Çıkarmaz:
Yüce Allah'ın:
"Şüphesiz ki Ben ... " buyruğunu İsa b. Amr hemze'yi esreli olarak
okumuştur. Yani: "Karşılık verdi ve buyurdu ki: Şüphesiz ki Ben"
anlamında olur.
Hakim Ebu Abdullah
Sahihınde Um Seleme'den şöyle dediğini nakletmektedir: Ey Allah'ın Resulü! Ben
Allah'ın hicret hususunda kadınlardan herhangi bir şekilde söz ettiğini
duymadım, deyince Yüce Allah: "Nihayet Rableri dualarına şöyle karşılık
verdi: Gerek erkek olsun, gerek dişi olsun her bir çalışanın hiçbir işini boşa
çıkarmam ... " ayetini indirdi. Bu hadisi Tirmizı de rivayet etmiştir.
Burada (...) ın gelmesi,
öncesinden nehy harfi olduğundan dolayı tekid içindir. Kufeliler ise şöyle
demişlerdir: Bu tefsir (açıklama) içindir. Hazf edilmesi de caiz değildir.
Çünkü bu edat kendisi olmaksızın ifadenin düzgün olamayacağı bir anlam
dolayısıyla gelmiştir. Ancak inkarı tekidi için geldiği taktirde hazfi söz
konusu olur.
"Birbirinizdensiniz"
buyruğu mübteda ve haberdir. Sizin dininiz birdir demektir. Şöyle bir açıklama
da yapılmıştır: Sevap, hükümler, yardımcı olmak ve buna benzer hususlarda
birbirinizdensiniz.
ed-Dahhak ise der ki:
İtaat bakımından erkekleriniz kadınlarınız gibi, kadınlarınız da erkekleriniz
gibidir. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bunu andırmaktadır: ''Mümin erkeklerle
mü'min kadınlar da birbirlerinin velileridirler. "(et-Tevbe, 71) Filan
kişi benimle aynı kanaattedir ve benim gibi bir ahlaka sahiptir, anlamında da:
"Filan kişi bendendir" denilir.
16- Hicret ve Cihad
Edenlerin Mükafatı:
"Hicret
edenlerin" buyruğu mübteda ve haberdir. Onlar yurtlarını terkedip
Medine'ye gitmişlerdir, demektir.
Aziz ve celil olan
Allah'a itaat uğrunda "yurtlarından çıkarılanların, Benim yolumda"
Benim düşmanlarıma karşı "savaşanların ve" Benim yolumda
"öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim."
İbn Kesir ve İbn Amir:
"Öldürülenlerin" buyruğunu çokluk anlamını ifade etmek üzere: (...)
şeklinde okumuşlardır. el-A'meş ise (-kelimelerin yerlerini değiştirerek:
"Öldürülenlerin ve savaşanların," diye okumuştur. Çünkü aradaki
"vav: ve" ikincisinin birincisinden sonra olduğuna delalet
etmemektedir.
Bu ifadede -geçmişe
delalet eden-: (...) ın mahzuf olduğu da söylenmiştir. (...): Savaşıp da
öldürülenlerin ... , demek olur. Şairin şu mısraı da bu kabildendir:
"Çocukluğa özendi fakat yaşlılık üstüne çıkmış bulunuyor."
Bu buyruğun şu anlama
geldiği de söylenmiştir: Yani onlardan geri kalanlar da savaşmıştır. Araplar
da: Biz Temimoğullarını öldürdük, derken onların ancak bir kısmının öldürülmüş
olacağı açıktır. İbn Kays da şöyle demiştir: "Şayet siz bizi öldürürseniz
biz de sizi daha çok öldürürüz."
Ömer bin Abdülaziz de
"elif"siz olarak; (...): Öldürüp öldürenlerin ... diye okumuştur.
"Günahlarını
elbette örteceğim." Ahirette onların bu günahlarının üstünü kapatacağım,
günahları dolayısı ile azarlamayacağım ve onları cezalandırmayacağım.
"Allah katından
mükafat olmak üzere" buyruğundaki: (...): Mükafat" kelimesi
Basralılara göre tekid edici bir mastar (mefulu mutlak)dır. Çünkü: "Onları
altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım." buyruğu, Ben onları
mutlak olarak bir mükafatla mükafatlandıracağım, demektir. el-Kisai ise bunun
kat' olmak üzere nasb olduğunu, el-Ferra ise tefsir edici (temyız) olmak üzere
nasb edildiğini söylemektedir.
"Mükafatın en
güzeli Allah katındadır." Güzel mükafat O'nun nezdindedir. Bu ise amel
edenlere amelleri dolayısıyla verilecek olana dairdir.
Sevab: Mükafat kelimesi,
(...): Döndü, döner'den gelmektedir.
17- Kafirlerin Diyar
Diyar Dolaşmaları Seni Aldatmasın:
Yüce Allah'ın:
"Küfre sapanların diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın"
buyruğunun Peygamber (s.a.v.)a hitab olmakla birlikte, maksadın ümmet olduğu
söylendiği gibi; herkese yönelik bir hitap olduğu da söylenmiştir. Şöyle ki;
müslümanlar şöyle demişlerdi: Şu kafirleri kar getiren ticaretleri, pek çok
servetleri de vardır. Diyar diyar da dolaşıp durmaktadırlar. Bizse açlıktan
ölüyoruz. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Yani yolculuklarında gidip
gelirken esenlik içerisinde olmaları sakın sizleri aldatmasın.
"Az bir geçim"
yani onların bu dolaşıp durmaları az bir geçimdir. Yakub; "Sakın seni
aldatmasın" buyruğunu, "nun" harfi şeddesiz ve sakin olarak;
(...) diye okumuş ve bunu delillendirmek üzere şu beyiti tanık göstermiştir:
"Sakin bir akşam seni aldatmasın. Çünkü seher vakti bazan ölüm musibetini
getirebilir."
Yüce Allah'ın şu buyruğu
da bu ayet-i kerimenin bir benzeridir: "Onların ülkelerde dolaşıp
durmaları sakın seni aldatmasın "(el-Mümin, 4)
Geçim (el-meta); acilen
kendisi ile yararlanılan şeydir. Bunu az olmakla nitelendirmesinin sebebi ise,
bu meta'nın fani oluşudur. Fani olan bir şey ise çok olsa dahi az demektir.
Tirmizı'nin Sahih'inde
el Müstevrid b. Şeddad'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Ben Peygamber
(s.a.v.)ı şöyle buyururken dinledim: "Ahirete nisbetle dünya ancak sizden
herhangi bir kimsenin parmağını denize daldırması gibidir. Artık o (elini
daldırıp çıkardıktan sonra sudan) neyi döndürdüğüne bir baksın."
"O, ne kötü
yataktır!" Yani küfürleri sebebi ile kendileri için ne kötü bir yatak
hazırlamışlardır. Allah'ın cehennemde onlar için hazırladığı yer ne kötü bir
yataktır! demektir.
18- Nimetin Mahiyeti:
Bu ayet-i kerime ve:
"Kafir olanlar kendilerine mühlet verişimizi sakın kendileri için hayırlı
olduğunu sanmasınlar'' (Al-i İmran, 178); "Ben onlara mühlet veririm)
muhakkak ki Benim yakalamam şiddetlidir'' (A'raf, 183); ''Acaba onlara mal ve evlat
vermekle onlara hayırlarını acelece verdiğimizi mi sanıyorlar.?''(el-Muminun,
55); "Biz bilmedikleri cihetten onları derece derece helake
yaklaştıracağız'' (el-A'raf, 182) buyruklarda ve benzerlerinde kafirlere
dünyada nimet verilmediğine delildir. Çünkü nimetin gerçek mahiyeti acilen
olsun, uzak vadede olsun, zarar şaibelerinden arınmış olmaktır. Kafirlerin
nimetlerinde ise acı ve cezalandırılma şaibeleri vardır. O bakımdan bu
nimetler, bir kimsenin başkasına içinde zehir bulunan bir tatlı sunmasına
benzer. Her ne kadar bu tatlıyı yiyen kişi lezzet alsa bile; ona nimet verildi,
denilemez. Çünkü bu tatlıyı yemekle o ölecektir.
İlim adamlarından bir
topluluk bu görüşü benimsemiştir. Bu, aynı zamanda eş-Şeyh Ebu'l-Hasen
el-Eş'ari'nin de görüşüdür. Aralarında sünnetin kılıcı, ümmetin savunucu dili
Kadı Ebu Bekr'in de bulunduğu bir topluluğun görüşüne göre ise, Allah onlara
yalnızca dünya hayatında nimet vermiş olduğunu ileri sürmüş ve şöyle
demişlerdir: ("Nun" harfinin üstün okunuşu ile) na'met'in aslı rahat
ve yumuşak geçim demektir.
Yüce Allah'ın: "Ve
içinde alışageldikleri nice nimetlerden ... "(ed-Duhan, 27).
Nitekim iyice öğütülüp
alabildiğine ufaltılan un hakkında da: "İnce un" denilir. Sahih olan
da budur. Buna delil, Yüce Allah'ın kafirlere ve bütün mükelleflere kendisine
şükretmelerini vacip kılmış olmasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın nimetlerini hatırlayınız" (el-A'raf, 74); ''Ve Allah'a
şükrediniz. "(el-Bakara, 172) Şükür ise ancak bir nimete karşılık yapılır.
Nitekim Yüce Allah kafir olan Karun'a da şöyle denildiğini bildirmektedir:
"Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa sen de öylece ihsanda bulun
"(el-Kasas, 77) Bu ise Karun'a bir hitaptır. Yine Yüce Allah bir başka
yerde şöyle buyurmaktadır: ''Allah korkudan yana emniyet ve huzur içerisinde
bulunan bir ülkeyi (halkını size) örnek gösterdi ... " (en-Nahl, 112)
Burada Yüce Allah
kendilerine dünyevi nimetler ihsan etmiş olduğuna ve onların da bu nimetleri
inkar ettiklerine dikkat çekmektedir. Bir başka yerde de şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar Allah'ın nimetini itiraf ettikten sonra da Onu inkar ederler"
(en-Nahl, 83). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar!
Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın" (Fatır, 3)
İşte bu buyruklar, kafir
olanlar hakkında da olmayanlar hakkında da umumidir. İçine zehir katılmış bir
yiyeceği başkasına sunan kimseye gelince; bu kişi de aslında bu uygulaması ile
karşısındaki şahsa halihazırda merhametli ve yumuşak davranmış olur. Çünkü ona
katıksız zehir içirmek yoluna gitmeyip aksine o zehiri tatlıya karıştırmıştır.
O bakımdan böyle bir kimse hakkında da: Ona nimette bulundu, demek uzak bir
ihtimal değildir.
Bu, bu şekilde sabit
kabul edildiğine göre; nimetler iki türlüdür: Faydalanma nimetleri ve önleme
nimetleri. Faydalanma nimetleri kendilerine ulaşan, elde ettikleri çeşitli
lezzetler ve zevklerdir. Önleme nimetleri ise onlara ulaşmaları engellenen
çeşitli afet ve musibetlerdir. Buna göre Yüce Allah -farklı bir görüş söz
konusu olmaksızın- kafirlere önleme nimetleri ile nimetlerde bulunmuştur. Bu da
onlardan uzak tutulan çeşitli acı ve hastalıklardır. Buna göre ilim adamları
arasında kafirlere dini mahiyette nimet ihsan edilmediği hususunda görüş
ayrılığı yoktur. Allah'a hamd olsun.
19- En Büyük Nimete
Mazhar Olanlar Takva Sahipleridir:
Yüce Allah'ın:
"Fakat Rablerinden korkanlar için ... " buyruğu nefy anlamını ihtiva
eden buyruklardan sonraki bir istidraktir. Çünkü bundan önceki buyruğun anlamı
şu ki: Onların ülkelerde gezip dolaşmalarından faydaları yoktur. Fakat takva
sahipleri için büyük çapta yararlanma ve ebedilik sözkonusudur. Buna göre;
"Fakat" buyruğu mübteda olmak suretiyle ref' mahallindedir. Yezid bin
Ka'ka ise; "nun"u şeddeli olarak okumuştur.
20- Takva Sahiplerine
Yapılacak ikramlar:
"Allah'tan bir
ikram olmak üzere" buyruğundaki -ikram anlamı verilen-: (...) buyruğu,
Basralılara göre "Mükafat" (195. ayet) kelimesi gibidir. (Yani tekid
için gelen bir mastardır), Kisai'ye göre bu mastardır. el-Ferra ise bu
müfessirdir (temyizdir), der.
el-Hasen ve en-Nahai bu
kelimeyi iki tane ötrenin yan yana gelmesini ağır bulduklarından dolayı, sakin
olarak; (...) şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise bunu ağır (ze harfi de
ötreli olmak üzere) okumuşlardır.
Bu kelime yolculuktan
gelip misafir olarak konaklayana hazırlanan şeyleri ifade eder. Şair der ki:
"Bir kavmin nezih (misafiri), aralarında hakları en büyük olandır.
Allah'ın hakkı da misafirin hakkı içindedir."
Nezil kelimesinin çoğulu
ise "enzal" gelir. Nezil bir pay, bir araya gelmiş, toplanmış
demektir. Nüzul (en-nüzul) aynı şekilde; gelir ve mahsul anlamına da gelir. O
bakımdan "nezl ve nüzulu çok (geliri fazla) yiyecek" tabiri
kullanılır.
21- Cennetliklere
Verilecek ikram:
Derim ki: Burada sözü
geçen ikramın -doğrusunu en iyi bilen Allah'dır ya Müslim'in Sahih'inde sözü
edilen ikram olma ihtimali vardır. Orada Resulullah (s.a.v.)'ın azadlısı Sevban
tarafından nakledilen Peygamber (s.a.v.)'e bir yahudi aliminin sorular sorduğu
olayı anlatırken şöyle denilmektedir:
Yahudi alimi sordu:
Yerin başka bir yer semaların da başka sema olup değiştirileceği gün insanlar
nerede olacaktır" dedi. Resulullah (s.a.v.): "Onlar köprünün beri
tarafında karanlık içerisinde olacaklardır. Peki insanlar arasında ilk köprüyü
geçecekler kimlerdir? diye sorunca Hz. Peygamber: "Muhacirlerin
fakirleridir" diye buyurdu. Yahudi: Peki cennete girecekleri vakit onlara
verilecek olan ikram ne olacaktır?" dedi. Hz. Peygamber: "Balığın
(nun) ciğerindeki parmağı andıran fazlalıktır" dedi. Yahudi: Bunun akabinde
onlara verilecek olan yiyecek nedir?" dedi. Hz. Peygamber şu cevabı verdi:
Dört bir yanından yiyip durmuş bulunan cennetteki öküz onlar için
boğazlanacaktır." Yahudi: Peki bundan sonra ne içeceklerdir, diye sordu.
Hz. Peygamber şu cevabı verdi: "Orada Selsebil diye adlandırılan bir
pınardan içeceklerdir." Daha sonra Sevban, hadisin geri kalan kısmını
nakletti.
İşte buradaki
açıklamalar ikrama dair açıklamalarımıza da uygun düşmektedir. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'dır.
el-Herevı der ki:
"Allah'tan bir ikram olmak üzere" buyruğunun anlamı, bir sevap olmak
üzere demektir, rızık olmak üzere diye de açıklanmıştır.
"Allah katında
olanlar, mü'minler için daha hayırlıdır." Kafirlerin dünyada içinde
bulundukları nimetlerden daha hayırlıdır, demektir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
22- Kitap Ehlinden
Allah'a iman Edenler:
Yüce Allah'ın:
"Şüphesiz kitap ehlinden öyleleri vardır ki Allah'a ... iman
ederler." Cabir bin Abdullah, Enes, İbn Abbas, Katade ve el-Hasen der ki:
Bu ayet-i kerime Necaşı hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki Necaşı vefat
ettiğinde Hz. Cebrail bunu Resulullah (s.a.v.)a bildirdi. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) da ashabına: "Haydi kalkınız! Kardeşiniz Necaşı'nin
namazını kılınız!" buyurdu. Birbirlerine şöyle dediler: Bizlere Habeş
gavurlarından bir gavurun namazını kılmayı emr mi ediyor? Bunun üzerine Yüce
Allah: "Şüphesiz kitap ehlinden öyleleri vardır ki Allah'a, size
indirilene ve kendilerine indirilmiş olana ... iman ederler" buyruğunu
indirdi.
ed-Dahhak der ki:
"Size indirilene" Kur'an-ı Kerim'e "ve kendilerine indirilmiş
olana" yani Tevrat ve İncil'e" ... iman ederler."
Kur'an-ı Kerimde işte
(böyleleri hakkında) şöyle buyurulmaktadır: "işte bunlara ecirleri iki
defa verilir. "(el-Kasas, 54)
Müslim'in Sahih'indeki
bir hadiste de Hz. Peygamber: "üç kişi vardır ki onlara ecirleri iki defa
verilir" diye buyurduktan sonra şunu zikreder: Kitap ehlinden bir kimse;
Peygamberine iman ettikten sonra Peygamber (s.a.v.)a yetişir, ona iman eder,
ona tabi olur ve tastik ederse; "onun için de iki ecir vardır." Daha
sonra Müslim, hadisin geri kalan kısmını zikreder.
Bakara Süresi'nde de
(115. ayet, 3. başlıkta) Necaşı'nin namazının kıldırılması ve ilim adamlarının
hazır bulunmayan ölünün namazının kılınması ile ilgili görüş ayrılıklarına dair
açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Tekrar etmenin anlamı yoktur.
Mücahid, İbn Cüreyc ve
İbn Zeyd de der ki: Bu ayet-i kerime kitap ehlinden olup iman eden kimseler
hakkında inmiştir. Bu görüş ise umumı bir görüştür, Necaşı de onlardan bir
kimsedir. Necaşı'nin asıl adı Ashame'dir. Arapça karşılığı Atiyye (bağış)
demektir.
"Huşu'
duyarak"; zilletlerinin farkına vararak demektir. Bu kelime "iman
ederler" deki zamirden hal olmak üzere nasb edilmiştir. Bunun
"kendilerine" yahutta "size" buyruklarındaki zamirden hal
olduğu da söylenmiştir. Ayet-i kerimedeki diğer buyruklar da açıktır. Bu
ifadelere benzer açıklamalar da önceden geçmiş bulunmaktadır.
23- iman Edenlere
Sabır, Sebat ve Ribat Emri:
Yüce Allah'ın: "Ey
iman edenler, sabredin ... " buyruğuna gelince; Yüce Allah, bu süreyi son
on ayetin sonuncusu olan bu ayet-i kerime ile sona erdirmektedir ki, bu on
ayet-i kerimede dünya hayatında düşmanlara karşı muzaffer olmanın, ahiret
nimetlerini elde ederek kurtulmanın yolunu ihtiva eden tavsiyeleri
kapsamaktadır. Bu ayet-i kerime ile Yüce Allah, itaatler üzere ve şehvetlere
karşı sabrı teşvik etmektedir. Sabr ise alıkoymak, engellemek demektir. Buna
dair açıklamalar daha önce Bakara Süresi'nde (155. ayette) geçmiş
bulunmaktadır.
Musabere (sabır ve sebat
göstermek) emrine gelince; bunun düşmanlara karşı sebat göstermek anlamında
olduğu söylenmiştir. Bu açıklamayı Zeyd bin Eslem yapmıştır. el-Hasen ise, beş
vakit namaza sebatla devam etmek diye açıklamıştır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Musabere, sürekli olarak nefsin arzularına muhalefet etmektir. Nefis bir işe
davet ederken kişinin o çağırdığı şeye gitmemesi, ondan vazgeçmesi demektir.
Ata ve (İbn Ka'b) el
Kurazi ise der ki: Size verilen vaadi sabırla bekleyiniz yani ümit kesmeyiniz
ve zafer kazanacağınız vakti gözleyiniz. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
"Sabır ile kurtuluşu beklemek bir ibadettir" Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr'de) -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu görüşü tercih etmiştir.
Birincisi ise cumhurun görüşüdür. Antere'nin şu beyiti de bu kabildendir: "Bizim
sabrımız (zafer beklememiz) gibi sebat gösteren bir kabile görmedim; Bizim
mücadele edip çarpıştığımız kimse gibileriyle de çarpışmadılar."
Antere'nin: "Bizim
sabrettiğimiz gibi sebat gösterenler" sözü yani savaş es-
nasında düşmana karşı
sebat gösterip herhangi bir korkaklık ve gevşeklik izhar etmeyenler demektir.
Mücadele ise karşı
karşıya yüz yüze gelip çarpışmak demektir.
İşte bundan dolayı
tefsir alimleri: "Ribatyapın" buyruğunun anlamı hakkında farklı
görüşlere sahiptirler. ümmetin cumhuru der ki: Yani atlarınızla düşmanlarınıza
karşı ribat yapın. Yani düşmanlarınız nasıl ki atları bağlayıp besliyor ise siz
de öylece bağlayıp besleyiniz. Yüce Allah'ın: "Bağlanıp beslenen
atlar(ribatu'l-hayl)" (el-Enfal, 60) buyruğundaki ribat ta bu anlamdadır.
Muvatta'da Malik'in Zeyd
b. Eslem'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ebu Ubeyde b. el Cerrah, Ömer b.
el-Hattab'a mektup yazarak Bizans ordusunun büyük kalabalığından ve onlardan
çekindiğinden söz etti. Hz. Ömer ona yazdığı mektubunda şöyle cevap verdi:
İmdi, mü'min herhangi bir kula herhangi bir sıkıntı gelip çatacak olursa,
mutlaka Allah ondan sonra ona bir kurtuluş yolu açar. Ve hiç şüphesiz tek bir
zorluk iki kolaylığı yenemez. Çünkü Yüce Allah Kitab-ı Kerim'inde şöyle
buyurmaktadır: "Ey iman edenler. Sabredin, sebat gösterin, ribat yapın ve
Allah'dan korkun ki felah bulasınız."
Ebu Seleme b.
Abdurrahman der ki: Bu ayet-i kerime bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı
beklemek hakkındadır. Rasülullah (s.a.v.)ın döneminde ise Ribat yapmayı
gerektirecek bir gaza sözkonusu değildi. Bu açıklamayı el-Hakim Ebu Abdullah,
Sahih'inde nakletmektedir.
Ebu Seleme bu hususta
Hz. Peygamber'in şu buyruğunu delil göstermektedir: "Ben sizlere Allah'ın
kendisi sebebi ile günahları sildiği ve dereceleri kendisi ile yükselttiği şeyi
göstereyim mi? Bu, hoş olmayan şeylere rağmen abdesti iyice almak, mescitlere
çokça adım atarak gitmek, namazdan sonra diğer namazı beklemek, işte ribat
budur" dedi ve (son cümleyi) üç defa tekrarladı. Bunu Malik rivayet
etmiştir.
İbn Atiyye der ki: Bu
konuda doğru olan görüş şudur: Ribat Allah yolunda (cihad)ı iltizam etmektir
(sürdürmektir). Bunun aslı atları rabtetmek (bağlamak)dan gelmektedir. Daha
sonra İslam serhadlerinden herhangi birisinde kalıp orayı korumak üzere giren
herkese "murabıt" adı verildi. İster süvari olsun, ister piyade. Bu
kelime "rabt"dan alınmadır. Peygamber (s.a.v.) ın: "İşte ribat
budur" diye buyurması bunu Allah yolunda ribata bir benzetmedir. Ribat'ın
sözlük anlamı ise birincisidir. Bu da Hz. Peygamber'in: "Güçlü kuvvetli
olan kimse başkalarının sırtını yere getiren kimse değildir" hadisi ile:
"Yoksul dediğiniz şu kapı kapı dolaşan kimse değildir" hadisini ve
benzerlerini andırmaktadır.
Derim ki: İbn
Atiyye'nin: "Sözlük anlamı ile ribat birinci anlamdakidir" şeklindeki
ifadeleri kabul edilemez. Çünkü dilin önder bilginlerinden ve güvenilir
alimlerinden birisi olan el-Halil b. Ahmed şöyle demektedir: Ribat;
serhadlerden ayrılmamaktır. Aynı şekilde namaza da ısrarla devam etmekdir. O
halde şu sonuca ulaşılmaktadır: Namazı beklemek de -Peygamber (s.a.v.)ın
buyurduğu gibi- lügat manası ile hakikat anlamında bir ribattır, Bundan daha
ileri derecedeki açıklama da eş-Şeybani'nin söylediği sözlerdir. Ona göre asla
kesilmeyen devamlı akan suya "maun müterabitun" denilir. Bunu da İbn
Faris nakletmiştir. Bu ise Ribat'ın sözlük anlamı itibari ile bizim sözünü
ettiğimiz başka şeyleri de kapsamasını gerektirmektedir. Araplara göre murabıt:
Bir şey üzerinde çözülmeyecek şekilde yapılan düğümdür. Bu da mana itibari ile
sabır gösterilen şeye racidir. Böylelikle kalbinde güzel niyeti tutar, bedenini
de itaati işlemek durumunda bırakır. Bunun en büyük ve en önemli işlerinden
birisi ise Kur'an-ı Kerım'de Yüce Allah'ın: "Ve bağlanıp beslenen
atlar" (el-Enfal, 60) buyruğunda açıkça belirtildiği gibi -ve ileride de
geleceği üzere- Allah yolunda atları bağlayıp beslemektir. Peygamber (s.a.v.)ın
de ifade buyurduğu gibi namaz kılmak üzere kişinin kendisini bağlaması (namaz
vakitlerini gözetlemesi)dir. Bu açıklamayı (ihtiva eden hadis-i şerifi) Ebu Hureyre,
Cabir ve Ali rivayet etmiştir. Artık bundan öte bir açıklama aramaya da gerek
yoktur.
24- Hukukçulara Göre
Allah Yolunda Ribat Yapan Kimse:
Fukahaya göre Allah
yolunda ribat yapan kişi herhangi bir süre kadar ribat yapmak üzere
serhatlerden birisine giden kimse demektir. Bunu Muhammed b. el-Mevvaz söylemiş
ve rivayet etmiştir. Her zaman için orada yaşayan ve kazançlarını sağlayan,
aileleri ile birlikte serhadlerde yaşayanlara gelince; bunlar her ne kadar
koruyucu kimseler olsalar dahi murabit değillerdir. Bunu da İbn Atiyye
söylemiştir.
İbn Huveyzimendad şöyle
demektedir: Ribatın iki durumu vardır. Birincisinde serhad güvenilir, koruma
altında bulunur; böylesi bir yerde hanım ve çocuklarla birlikte yerleşmek
caizdir. Şayet güvenilir bir yer değil ise, eğer savaşabilecek kimselerdense
bizzat orada ribat yapması caizdir. Ancak düşman onlara üstünlük sağlayıp esir
alıp köleleştirmesin diye böyle bir yere aile ve çocuklarını taşıması caiz
olmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
25- Ribat'ın Fazileti:
Ribatın faziletine dair
bir çok hadis-i şerif varid olmuştur. Bunlardan birisini Buharı Sehl b. Sa'd
es-Saidi'den şöylece rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Allah yolunda bir gün ribat yapmak Allah nezdinde dünyadan ve onun içindeki
her şeyden hayırlıdır. ''
Müslim'in Sahih'inde de
Selman'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.)ı şöyle
buyururken dinledim: "Bir gün ve bir gece ribat yapmak, bir ay oruç
tutmaktan ve o ay boyunca namaz kılmaktan daha hayırlıdır. (Ribat yapan kişi)
bu durumda öldüğü taktirde daha önce yapmış olduğu amelinin de sevabı yazıldığı
gibi, ona rızkı da verilir ve kendisini haktan uzaklaştıracaklara karşı
güvenlik altına alınır.''
Ebu Davud da Sünen'inde
Fedale b. Ubeyd'den rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Her ölenin ameli mühürlenir, murabıt müstesna. Onun ameli
Kıyamet gününe kadar artırılıp durur ve o ayrıca kabrin fitnecisinden yana
emniyet altında tutulur. ''
Bu iki hadisi şerifte
ribatın sevabı ölümden sonra kalıp devam edecek amellerin en faziletlisi
olduğuna dair delil vardır. Ölümden sonra sevabı devam edecek amellere dair
hadis-i şerif de el-Ala bin Abdurrahman yoluyla bize gelmiştir. el-Ala
babasından o da Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "İnsan öldü mü ameli (nin sevabı) ondan kesilir. üç şey
müstesna. Cari bir sadaka yahut kendisi ile faydalanılan bir ilim yahut
kendisine dua edecek salih bir evlat. ''
Bu, yalnızca Müslim'in
rivayet ettiği sahih bir hadistir. Sadaka-i cariye, kendisi ile yararlanılacak
ilim ve anne babasına dua edecek salih evlata gelince; bunlar da sadakanın sona
ermesi, ilmin ortadan kalkması ve çocuğun ölümü ile kesilirler. Ribatın ecri
ise Kıyamet gününe kadar kat kat artırılıp durulur. Çünkü (burada) artışın tek
manası, ecrin kat kat artırılmasıdır. Bu ise burada sona ermesi ile sona
erebilecek sebebe bağlı birşey değildir. Aksine ribat Yüce Allah tarafından
lütfuyla Kıyamet gününe kadar devam eden bir fazilettir. Çünkü bütün iyi amellerin
yerine getirilebilmesi, dinin sınırlarının korunup İslam şeairinin uygulanması
suretiyle düşmandan sakınıp korunmakla mümkün olur. İşte Allah'ın kişiye
sevabını akıtırcasına vereceği bu amel, onun daha önce yapageldiği salih
amellerdir. Bu hadisi İbn Mace'de sahih bir senet ile Ebu Hureyre'den şöylece
rivayet etmektedir: RasüluIlah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kim Allah yolunda
ribat yaparken ölürse Allah onun daha önce yaptığı salih amelinin ecri ile
rızkını ona verir. Fitnecinin (lerin) fitnesinden yana emniyette tutulur ve
Allah, Kıyamet gününde onu korku ve dehşetten yana güvenlik altında olmak üzere
diriltir. ''
Hadis-i şerifte ikinci
bir kayıt daha vardır ki o da ribat halinde iken ölmektir. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'dır.
Osman bin Affan'dan da şöyle
dediği rivayet edilmektedir. Ben Resulullah (s.a.v.)ı şöyle buyururken
dinledim: "Her kim Allah yolunda bir gece ribat yapacak olursa bu onun
için (gündüzünü) oruçlu ve geceleyin de namaz kılarak geçirdiği bin gün gibi
olur. ''
Ubey bin Ka'b'dan da şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Allah için müslümanların zayıf noktalarını arkadan
korumak üzere Allah yolunda bir günlük ribatın, Ramazan ayı dışında yüz yıl
boyunca oruç tutup namaz kılarak ibadet yapmaktan daha büyük bir ecri vardır.
Yine Müslümanların zayıf
noktalarını arkadan korumak üzere ecrini Allah'tan umarak Allah yolunda Ramazan
ayında bir gün ribat yapmanın, Allah nezdinde ecir itibari ile- zannederim
şöyle demişti- bir senelik -orucu ile namazı ile- ibadetten daha faziletlidir.
Eğer Allah onu aile halkına sağ salim geri döndürecek olursa, üzerine bin yılın
bir günahı dahi yazılmaz, buna karşılık iyilikleri yazılır ve Kıyamet gününe
kadar da ona ribat ecri kesintisiz olarak verilir.''
Bu hadis-i şerif Ramazan
ayında bir günlük ribat ile ribat yaparken ölmese dahi devamlı olarak sevabının
kaydedileceğini göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
Enes bin Malik'den şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Ben Resulullah'ı (s.a.v.) şöyle buyururken
dinledim: "Allah yolunda bir gece koruyuculuk yapmak, bir adamın ailesi
arasında bin yıl oruç tutup namaz kılmasından daha faziletlidir. Bir sene ise
üçyüz altmış gündür, bin gün de bir sene gibidir.''
Derim ki: Namazdan sonra
bir diğer namazı beklemenin de ribat olduğuna dair rivayetler gelmiştir. Bu
şekilde namazları bekleyen kimse için de Yüce Allah'ın izni ile bu fazilete
ulaşacağı umulur. Hafız Ebu Nuaym rivayetle der ki: Bize Süleyman bin Ahmed
anlattı, dedi ki: Bize Ali bin Abdülaziz anlatarak dedi ki: Bize Haccac bin
el-Minhal: Bize Ebu Bekr bin Malik de anlattı, dedi ki: Bize Abdullah bin Ahmed
bin Hanbel anlattı, dedi ki: Bana babam anlatarak dedi ki: Bana el-Hasen bin
Musa anlatarak dedi ki: Bize Hammad bin Seleme, Sabit el Bunani'den naklen dedi
ki: Sabit, Ebu Eyyub el-Ezdi'den o Nevf el-Bikali'den o Abdullah bin Amr'dan
naklederek dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) ile
bir seferinde akşam namazı kıldık. Bazı kimseler namazdan sonra ayrılmayıp
yerlerinde kaldılar, bazıları da geri döndüler. Resulullah (s.a.v.) insanlar
yatsı namazına geri dönmeden önce geldi. Hz. Peygamber insanlar huzuruna gelmiş
olduğu ve bir parmağını kaldırmış ve yirmidokuza işaret etmek üzere
parmaklarını kapatmış olarak; şehadet parmağı ile de semaya işaret ederek
elbiselerini dizkapakları etrafında toplamış olduğu halde şöyle buyuruyordu:
"Ey müslümanlar topluluğu! Müjdeler olsun size! İşte Rabbimiz sema
kapılarından bir kapıyı açmış sizinle meleklere karşı övünüyor ve diyor ki: Ey
meleklerim şu kullarıma bakınız! Bunlar bir farzı eda ettiler, şimdi de ötekini
beklemektedirler. ''
Bunu ayrıca Hammad bin
Seleme, Ali bin Zeyd'den o Mutarrif bin Abdullah'tan rivayet ettiğine göre Nevf
ile Abdullah bin Amr bir araya geldiler. Nevf, Tevrat'tan söz etti; Abdullah
bin Amr da bu hadisi Peygamber (s.a.v.)dan rivayetle nakletti.
"Ve Allah'tan
korkun" yani sizlere takvaya bağlı kalmaksızın cihad emri verilmemiştir.
"Ki felah
bulasınız" yani felahı ümid edebilesiniz. Buradaki -ihtimal bildiren (...)
ın; bulmanız için, anlamına geldiği de söylenmiştir.
Felah ise kalmak
demektir. Bütün bu hususlara dair açıklamalar daha önce Bakara Suresi'nde
yeterince geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun. "el-Camiu li
Ahkami'l-Kur'an ve'l Mubeyyinu Lima Tedammane mine's-Sünneti ve
ayi'l-Furkan" adlı tefsirin Al-i İmran Suresi tefsiri Allah'ın lütfu ve
yardımı ile burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun .
AL-İ İMRAN SüRESİ'NİN
SONU
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN